http://m.yenisafak.com/yazarlar/erolgoka/maneviyat-psikolojisi-52943?n=1

YENİ ŞAFAK.COM HABER:

GAZETE YAZARI

Maneviyat psikolojisi

15 Mayıs 2014, 12.00

Erol Göka

Prof. Dr. Erol Göka, 1959 Çal/Denizli doğumlu. Psikiyatri eğitim görevlisi. 'Türklerin Psikolojisi', 'Türk'ün Göçebe Ruhu', 'Hayatın Anlamı Var mı?', 'Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları', 'Aşk Her şeyi Affederse: Teknomedyatik Dünyada Aşk ve Ahlak' gibi birçok kitabın yazarı. Evli, 5 çocuk babası... 

Erciyes Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Uygulama ve Araştırma Merkezi, çalışkan yöneticisi Mustafa Atak"ın öncü girişimleriyle 13 Mayıs"ta ülkemizde ilk kez Maneviyat Psikolojisi Sempozyumu düzenledi.

Psikolojik bilimlerde maneviyat, uzun süre değişik ekoller içinde kendisine yer bulmaya çalıştı. Ve en nihayet 1970"lerden sonra "Ben-ötesi Psikolojisi" diye dilimize çevirdiğimiz "Transpersonal Psikoloji" ekolü, sadece maneviyatın psikolojimizle olan ilişkisine hasredildi. Ölüm yaşantısı, ölüm ötesi, maddi alanı aşan konular "Ben-ötesi Psikolojisi" tarafından ele alınıp incelenmeye başlandı. Bu alanda çalışan araştırmacılar, çoğu zaman dini genel bir kategori olarak düşündüler; Uzakdoğu maneviyatına duydukları sempatiyi gizlemediler. İslam ve Tasavvuf, arada bir "Ben-ötesi Psikolojisi" çalışmalarında uç verdi.

Bir İslam ülkesinde, kendilerini "Müslüman" diye tanımlayan bilim insanlarının yaklaşımları tabii ki farklı olacaktı. Kayseri"de bu farklılık, daha adından başlayarak ortaya çıktı. "Ben-ötesi" değil "maneviyat" kavramı tercih edildi.

Mustafa Merter, Mustafa Ulusoy, Kemal Sayar ve birçok hocamızla, kardeşimizle birlikte biz de oradaydık. "İnanç ve ibadetlerin psikolojimize etkisi" başlıklı bir bildiri sunduk. Sözü daha fazla uzatmadan, yazımıza neler söylediklerimizden bir kısmıyla devam etmek istiyoruz.

"Bilim, inançları semirten korkuların kaynağında bulunan esrarengiz konuları aydınlattıkça her türlü dinsel inanç da kaybolacak; bilimin ve aklın aydınlığında hurafelerden uzak, yepyeni, huzur dolu zamanlar gelecekti. Aynen bunları savunuyorlardı, nereye gittiler bilmiyorum ama şimdilerde pek ortalıklarda görünmüyorlar. Zira geçen zaman gösterdi ki, dinsel inançlar insanların ve toplumların hayatlarında belirleyici bir role sahipler ve pek de öyle, kültür devrimleriyle, şununla bununla, bugünden yarına bir anda değiştirilebilmeleri imkânsız. Dünyayı radikal biçimde değiştirme çabalarının ardından bir kez daha anlaşıldı: Sosyalizm, Mao Zedung düşüncesi gelir geçer ama din, psikolojimizdeki yerini daima korur. Bilimin işi, dinsel inançlara savaş açmak değil, olgular arasındaki maddi nedensellik bağlantılarını anlamaya çalışmaktır.

Dinsel inançlar, asla başka bir kurum, kuruluş tarafından doldurulamayacak muhteşem özelliklere sahipler. Bireysel ve topluluk psikolojimizde, değiştirilmesi çok zor, kendine özgü kural ve ilkeleri olan bir maneviyat sferi var, maneviyat sferinin de psikolojik bütünlüğümüzün teminin de çok önemli rolü... İnançlar, her biri bir başka trajedi olan hayatlarımıza bir yol haritası oluşturabilmemizde çok önemli rol üstleniyor. Bir kere her şeyden önce, dinin sağladığı bilişsel harita sayesinde, bir teolojik kozmoloji ve kozmogoni içinde, insan olarak dünyadaki varlık nedenimiz ve konumumuz belirleniyor. İkincisi ve belki daha önemlisi, ölüm, özgürlük, anlamsızlık ve yalnızlık olarak karşımıza çıkan varoluşsal temel kaygılarla bir biçimde baş edilebilmesi için bu yol haritası çok gerekli.

Hayatlarımızı trajik kılan temel özellik, "ölüme doğru giden varlık" oluşumuzla, faniliğimizle ilgili. Eninde sonunda dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibaret. Üzerlerine titrediğimiz evlatlarımız bile, geçici dünya nimetlerinden. Yaşanan yaşandığı andan itibaren ömrün azgın çavlanında kaybolup gidiyor. Belleği kadardır insanın yaşamı; geçmiş, olsa olsa hatırlayabildiğimizdir. Kalıcılık için eser bırakmaktan, toplumsal belleğe nakşolmaktan ya da hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaktan, faniliğimizi unutmaktan başka şansımız yok...

Fanilik adlı bu oyunun, hepimiz için oynanması gereken belli sahneleri, kulağımıza fısıldanan değişmez replikleri var. Varoluş, bir türlü sırtımızdan çıkarıp atamadığımız bir doluluktur. "Ne işimiz var burada?", "Kim fırlattı bizi buraya?" soruları, cevabı olmayan yakamıza yapışmış ölümcül kenelerdir. Bu sorularla, eninde sonunda "saçma" diyebileceğimiz derin anlamsızlıkla baş etmenin biricik yolu, sormamaktır, görmezden gelmektir. Psikolojimizin bu gerçeklerin bilince çıkmasını önlemeyi başarabilmesi gerekir.

Hayata batsak da, dünya dertlerine bulansak da, etrafımızda akrabalardan, dostlardan, hayali topluluklardan bir insan ordusu yerleştirsek de, kendimizden kaçamayız. Kendimiz, dönüp dolaşıp hep ona geleceğimiz kürkçü dükkânı... Her birimiz kendi ölümümüzü öldüğümüz gibi, kendi hayatlarımızı yaşarız. Kimse, bizim halk olmamıza vesile olan babamız, bizi rahminde taşıyan anamız bile, bizim bedenimizi, ruhumuzu bir süreliğine olsun ödünç alamaz. Kendimize çakılıyız. Kendimiz, en hakiki gerçekliğimizdir; nereye gitsek kendimizi de götürürüz. Yalnızız, yapayalnız. Yalnız değilmişiz gibi yapmaya, yalnızlığın zifiri karanlığında değilmişiz gibi ilişki oyunları oynamaya mecburuz."

Bir sonraki yazımıza, gündem müsaade ederse buradan devam edelim, olmaz mı?

Soma maden faciasında vefat eden kardeşlerime rahmet, geride kalanlara sabrı cemil dilerim. Milletimizin başı sağ olsun.

A+ A-